13 Temmuz 2012 Cuma

SEVGİLİ DOSTLARIM VE KARDEŞLERİM HEPİNİZİN CUMASI MÜBAREK OLSUN.

Sevgili Dostlarım,Sevgili Kardeşlerim

          Geçenlerde,koğuşumdaki kitaplığımın yanına,beni bu zindan atmosferinden kurtaracak ve beni geliştirecek kitap bulup yanlızlığımı yeni fikir ve düşüncelerle gidermek ve 2 kişilik koğuşumda üçüncü bir fikri dinlemek gayesiyle elime Tarihin İzinde (İlber Ortaylı) kitabını aldım.

          Bu kitabın bana nasıl ulaştığını sizlere anlatmak isterim. Bir gün cezaevinde memurlardan biri bana,Mesut Kürşat YİĞİT isimli bir kişi tarafından kitaplar yollandığını,kabul edip etmeyeceğimi sordu. Biraz düşününce facebook sayfamızda yazıları ve düşünceleri ile beni onure eden,dostluğunu bu dört duvarın içerisine sokabilecek yüreğe sahip olan,mesajlarını Köroğlu Kürşad nickname’i ile yazan kıymetli dostumuzun ismi olduğunu anımsayarak,memnuniyetle kitapları kabul ettim. Öncelikle böyle bir kitabı okumama vesile olduğun için sonsuz teşekkürler Kürşat.
           Bu kitapta;Osmanlı’nın kullandığı dilden,Türkiye isminin ilk kullanımından,Sultan Abdulaziz’in yaşamından,Vahdettin ve Atatürk’ün ilişkilerinden,din ve devlet işlerinden ve başka önemli konulardan bir söyleşi tadında bahsedilmiş,okurken insanın sıkılmaması amaçlanmıştır. Öncelikle kitap okumayı seven herkese tavsiye ediyorum. Uzun süredir kafa yorduğum hususlarda,akademik saygınlığı tartışılmaz olan yazarın tespitlerinden çok istifade ettim.
           Köklerimizi,eksiklerimizi,insan ve devlet yapımızı,örfümüzü,adetimizi,dünyanın kullandığı tanımlarla ve dünya ülkeri ile karşılaştırarak,o kadar güzel anlatmış ki...bunlara katılmamam söz konusu bile değil.
          Milliyetçiliğin,muhafazakarlığın,ilericiliğin dünyada değişim geçirdiğini,Türkiye’nin ise sebeplerini ve durumunu 150 yıl geriden takip ettiğini,bunu da endüstri devriminin öncüsü olan İngiltere’den hafif atlatmamızı bu geç kalışa bağlamaktadır.
         Çünkü Endüstri Devrimini İngiliz köylü sınıfını gaddarca ortadan kaldırmıştır. Bizde ise kırsal alandaki koruyucu mekanizmalar buna izin vermemiştir.
         Bunun gün ve zaman itibari ile değerlendirmesini size bırakıyorum. Sağlıklı bir değerlendirme yapılabilmesi için;büyük koruma mekanizmalarına rağmen Alman ve Fransız çiftçi sınıfının da,İngiliz köylü sınıfının akibetine uğradığı kitapta anlatılmaktadır. Şüphesiz,burada da her devrimde gerçekleştiği gibi kitlesel trajediler yaşanmış. Ancak milliyetçilik ve muhafazakarlık gibi kavramların gelişmesini ve günümüzdeki modern anlayışın oluşmasını sağlamış. Bu konuyu da şu şekilde açıklamaktadır; “Milliyetçi,muhafazakar;bizdeki gibi kasabalı,içine kapanık,dünyayı bilmeyen,lisan bilmeyen,yabancı milletleri okuyamayan ve takip etmeyen,onlarla konuşamayan insanlar olamazlar. Bu kabul edilemez. Yani milliyetçilik aslında çelişkili gibi görünür ama enternasyonelizmden geçmelidir der. Yani insanların tüm beşeri tanımasından geçer der. Bu tür tanımlamaların en somutunu da en net biçimde-kafa karışıklığına müsaade etmeden-ortaya koyar;Sosyalistlerin batıyı bilmemeşi,İslamcıların İslam ülkeleri üzerine geniş bir bilgi sahibi olmaması,milliyetçilerin kendi memleketlerini bile tam olarak tanımadıklarını örnekleri ile anlatır. Öncelikle der milliyetçi-muhafazakarın kasabalı olması gibi bir olduyu silmemiz lazım. Bizim toplumumuzda böyle bir keyfiyetin mevcudiyetini ve bu kavramlara yaklaşımların “kasabalı değerler” ile sınırlı kaldığını,bu sebeple de gerekli kadroları içlerine alamamalarını şu şekilde tasvir eder; “Koalisyon hükümeti kurulacak,dışişleri bakanı olarak atlanacak adam yok. Kendi partisinde olmasa da,o zihniyette insan bulunabilir,ama onu da tanıyor ve bulamıyorlar.”
       Şehirliden kastedilen;Dünyayı tanıyan insanlardır. Çünkü enternasyonel olana girdiğin vakit enternasonelleşemiyorsan ve kendi değerlerine saklanıyorsan milliyetçi olamazsın. Dünyada var olduğun ölçüde var olabilirsin. Ulusal varlığını sürdürebilirsin. Ha saklanmayan olabilir, o da milliyetçi-muhafazakar olamaz. Ayrıca muhafazakar,dindar olmak zorunda da değildir,ama dine karşı tutum takınamaz.
       Muhafazakar,dindar olmak zorunda olmasa da,kimliğine sahip çıkmak zorundadır. İsrail’de Şabat’ın kurallarına riayet etmeyen,hürmet etmeyen bazı yahudilerin,yurt dışında mutlaka kendi toplumunun kurallarına uyması buna örnek gösterilebilir. Mesela domuz eti yiyen bir müslümanın,ecnebilerin önündeyken bundan kaçınması da muhafazakar bir duruştur. Bu bir kimlik ifadesidir çünkü. İsrail’de Cuma akşamı kimseyi yemeğe davet edemezsin. Çünkü şabat akşamıdır. “Kimliğe itaat şarttır. Türkiye’de yapılan muhafazakarlık,kuraldışını kural haline getirmekmiş. Benim bugüne kadar çevremde gördüklerim,kendi kurallarını muhafazakarlaştırmış insanlardı. Bunun da yanlış olmadığını görüyorum ancak gerçek muhafazakarlık çok daha geniş çerçevede ele alınması gereken bir kavram. Ve bu kavramın içinde hepimize yer var. Saygılı ve hoşgörülü olduğumuz müddetçe...Artık insanlarımızı ötekileştirmeyelim. Doğrularımızı genişletelim,büyütelim. İçkisini içen,namaz kılan,orucunu tutan insanlarımızında var olduklarını hatırlayalım ve beraber yaşamayı öğrenelim. Birbirimize sarılalım. Değerlerimizi birlikte savunalım. Dindar,muhafazakar,milliyetçi,Beyaz Türk ayrımı gözetmeden kenetlenelim ve dünyanın en asil ecdadının torunları olarak medeniyetler sahnesindeki yerimizi alalım. Bunun içinde şehirleşmenin gereği olan ve şehirlinin ihtiyaçlarına cevap verebilecek iyi bir eğitim almalıyız. Nitelikli insanlar olmalıyız.
        Bu yazımda var etmek istediğim sonuç şudur;Biz büyük bir milletiz. Çünkü harp,darp,fütuhat,savunma vs. şeyleri birlikte yaşayıp beraber acılar çekmişiz. Ecdadımız birleştirmiş ancak edebi gücümüz o kadar zayıf kalmış ki,anlatılamamış ki zayıflayarak bu duruma gelmişiz. Bundan sonra aynı hatalara düşmemek dileği ve temennisi ile Yüce Allah’a emanet olun.


“UMUDUN CESARETİDİR!YAŞAMAK”